26 Aralık 2010

TEK Bİ CÜMLEDE TOPLANMAZ

Kendime uzun bi ara oldu; zaman olarak kısa, yaşananlar açısından uzun...

Ve kalabalıkta yaşadıklarına uzaktan ve yalnız bakınca, kendine yabancılaşıyor hepten insan.

Bugün bu karmaşa ile başbaşayım. Ne büyük elem, ne büyük karmaşa pehhhh. Boşta kalmış zamanın oyunları bunlar sanki. Ve pazarın terbiyesizliği.

Sonra bir yıl daha bitiyor. Biten günden farkı olmasa da, sanki daha bi hüzünleniyor insan. Aklımı ve elimi en son 1994' e alıştırabilmiştim sanırım. Sonrası hep önceki yıllarla karışan tarihler oldular, 2010 gibi.

Cümleleri hatta kelimeleri birbirine katıp anlamsız paragraflar çıkartasım var ortaya. Bende bi anlam bulsun yeter diyor bi taraftan iç sesim. Sonra bu iç ses' e bi nefret olgunlaşıyor bünyemde. İç sesin karşılık bulduğu anlam değil, direkt bu iki kelimeye karşı nefretim.

iç ses
iç ses
hay içine....

2009 yılında yaptığım bir hatayla başlayan (belki de bu bi hata değil, benim algılarım sorunlu) yeni hayatım (eskiye dönen yeni hayatım gibi bir şey ) hala devam ediyor, üstelik sonunda gördüğüm bir ışık yok (Yoksa kör müyüm, ışıklar tepemde parlıyor da göremiyor muyum?). Neyse işte 2010 bitiyor deyince aklıma geldi. 2010=2011 olur herhalde bu anlamda. O zaman tarihleri karıştırmamda bir sorun yok sanırım.

Bu şarkıyı çok sevdiğimi söylemiş miydim. Üstelik bugün pazar ve arka fondan bu şarkı geliyor (arka fon = televizyon).

''Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte, yani yürekte.'' demiş Nazım, ne de güzel etmiş.

Bir de Tarkan' ın Tarkan olduğu dönemlerden kalma şarkısı var dilimde; kış güneşi. hah işte o dönemlerden, o dönemki benden, benim etrafımdakilerden midem bulanıyor. Bu bulantıyı dahi özlemek akıl işi değil. Evet ben bi ruh hastasıyım....

E neyse işte....


gereksiz adam

23 Aralık 2010

KALABALIK

Çok kalabalık; her yer, her şey çok kalabalık. Kendimi göremiyorum...


gereksiz adam

12 Aralık 2010

KİM BİLİR KAÇINCI...

Farklı ve yeni bir dünya...

Kim bilir kaçıncı girişimim bu ve kaçıncı bu girişle başlayan yazım. 
Biten her cümleden sonra, çok şeyin değişeceğine dair kaçıncı umudum. 
Bitmeyen hiçliğim,
değersizliğim...

Aynı yoldan kaçıncı geçişim, 
tanımışlığım, 
tanınmışlığım,
ve yalnızlığım...

Kim bilir kaçıncı girişimim bu ve huzur trenine kaçıncı geç kalışım;
aynı merdivende,
aynı tren sesi
ve el sallayanlar.
ve tebessümle el sallayanlar,
ve mutlu, 
ve huzurlu el sallayanlar.

Kim bilir kaçıncı kabullenişim bu,
kaçıncı susuşum...



gereksiz adam

DURUMUM BUDUR-2

Dün başlayan elektrik kesintisi bugün 17:25 e kadar devam etti. Şuan garantisi olmayan, gelip giden elektriğimize şükürcüyüz. Bir önceki yazıyı ekledim, geri dönüp yazılanlara bakamadan elektrikler yine gitti (bana verdikleri 10 dakika için ilgili şirkete teşekkür ediyorum). Sonra yine onar dakikalık 1-2 seans yaşadım, hakkını yemeyeyim.

Sabah uyandığımda elektrik kesintisi yine canımı sıktı ve anladım ki hayatımız elektrik, su, telefon gibi teknolojinin nimetleriyle anlam kazanıyor. Onlar olmasa bir hiçiz sanki. Herhalde bu da alışkanlıklarımıza olan bağlılığımızla ilgili. Ama hep söylerim, bu insan evladı bi gün kendi başını yiyecek diye. Bul, icad et, topluma yay, genelleştir ama altını boş bırak, ilk icad edileni maddi kazanca çevirmek için uğraş, Arge' yi salla, sonra sistem çöksün ve altından kalkama. Yazın çükünün keyfine dolaş, gerekli bakımları yapma, kışın ilk karda hoooopp, bitiğiz....

.Ben: sorun ne, neden elektrikler gelmiyor?
.M. Temsilcisi: Kablo kopmuş.
.Ben: Ne zaman gelir elektrik?
.M. Temsilcisi: Kesin bir saat veremem
Ben: Peki, yanlış anlamayın ama, siz neden oturuyorsunuz orada?

Bahsi geçen şirketin müşteri temsilcileriyle görüştüm bir kaç saat önce. Birebir konuşmayı buraya eklemek isterdim fakat hepsini hatırlamam zor. Konuştuğum bayanın tek yaptığı; haklısınız, bakım var, net saat veremem v.s. gibi içi boş şeyler söylemek. Tabi o ne yapsın, işini yapıyor, söylenmediyse nereden bilsin ne olacağını. Bunu kendisine de belirttim, sitemimin ona değil ilgililere olduğunun altını çizerek. Müşteri güvenliği için kaydedilen o bandı, şikayet bandına çevirip gerekli mercilere ulaştırmasını istedim. Çünkü böyle büyüüüük şirketlerde asıl yetkiliye ulaşmak zor iş. Konuşmamızın sonunda Müşteri temsilcisi arkadaş şikayetlerim için bir dilekçe yazmamı söyledi. İşte beni delirten kelime; dilekçe...

Ortada iki tarafın bildiği ve karşı taraftan kaynaklı bir sorun var. Ortada güvenliğim için kaydedilen bu konuşma ama hala istenen ne, dilekçe. ''Bakın bayan'' dedim, devlet dairelerinde bile dilekçe kalktı neredeyse, yıl 2010 siz benim sesimi kaydediyorsunuz, alın size dilekçe. Ayrıca farkında mısınız, her eşyi süslüyorlar, güzel konuşan kız ve erkeklerden oluşan temsilciler, süslü reklamlar -önceki yazımda da belirttiğim gibi-...................

Neyse efem elektrikler gitti ya, bu durum benim arabanın da zoruna gitmiş olacak ki, sabah kontağa bastım araba da tık yok. Pardon sadece bi tık var devamı yok. Sanırım onun da aküsü cort.

Sönen sobayı yakma girişimlerim, duman altında kalan bi ev, belli belirsiz uykularım v.s. diye devam eden günlük aksilik çerezlerime gimeyeceğim bile. En güzeli gidip bi kardan adam yapayım. Kıçına da bi elektrik direği monte edeyim kendime ithafen....

saygılar.
(Sevgili novella umarım aydınlatabilmişimdir seni.:))

gereksiz adam

11 Aralık 2010

DURUMUM BUDUR


Bu ülkede yaşıyorsan kesinlikle mucit olman lazım. Kendi elektriğini, suyunu, doğal gazını üretmen için bu şart. Yoksa ben gibi elektriksiz, doğal gazsız (tüp tüp, dın dın dıdıdıdıdıdıdın Ayg...) kalırsın dımdızlak ortada.

Sıradan bir insan olarak elbette anlıyorum doğal olaylar karşısında insanın aczini, ve elbette bi kuruma, bi yönetim biçimine kelimelerle dalarken bunu göz önünde bulunduruyorum lakin, iki damla kar ile insanları mum ışığına mahkum eden mantığı anlamam çok zor.  Oysa televizyon kanallarında her şey çok cafcaflı, pek janjanlı. Popüler yüzlerle pek ala tanıtılıyor şirketler, onlar, bunlar ama bir kopan kabloyu yerine takmak 3-5 gün alınca kendini ''mal'' gibi hissediyor insan. Azıcık durup düşününce, o popüler isimlere verilen reklam parasıyla bi dolu işçi alınıp, sorunlar daha kısa sürede çözüleceğini algılamak hiç zor olmuyor. Üstelik işsiz insanlara da katkınız olur (korkmayınız efem bu katkı kötü bir şey değildir).  Tabiii ama ya, reklam önemli, dıııııttt mantığı. İnsanı amaç olarak değil araç olarak kullanan bu mantıktan değil mi zaten şikayetimiz?

Evet hocam 11.12.2010 tarih ve cumartesi gün itibariyle durumumuz budur (çünkü kar yağdı). Bu son cümlede altı çizilmesi gereken en önemli iki şey; 2012 ve cumartesi. 2012 medyada, arabaların uçarak gezdiği, uzayın su yolu yapıldığı 2000 li yılların üzerine 12 yıl ilave edilmiş hali (güçlü bi matematik). Cumartesi ise en sevdiğim günlerden biri. Şimdi bütün bunların anasını ağlatanlara kokulu öpücüklerimi gönderiyorum saygıyla. 

Tabi cem bey, bi program indir ev telefonun cepten uzaya bağlasın seni. Oysa bizim mahalledeki kablolar hiç öyle demiyor ya...

Neyse efem, hafta sonunun içine sıçılan adamdan hepinize sevgiler.


gereksiz adam

10 Aralık 2010

3+1 AS

Yağmurlu bir cuma. Remla ile tartışmamıza ve nihayetinde anlaşmamıza konu olan meteorolojinin, açıkladığı gibi ilerliyor her şey. Akşama doğru atıştıran kar damlalarına, geçmiş zamanlarda duyduğum hayranlığı, özlemi duymadığımı hatta ilave baş ağrılarıyla camdan dışarı baktığımı fark ettim ve anladım ki zaman geçtikçe doğayı süsleyen doğa olaylarına da alışmış, onları da sıradanlaştırmışım. Kar her yeri kapladığında ne olur, ne değişir bilmiyorum ama, yine de sıcak bir odanın camından, lapa lapa yağan karı izlemekten bıkacağımı sanmıyorum.

Böyle havalarda pek severim kahve, sigara ve müzik üçlüsünü lakin uzun zamandır bu gibi girişimlerim olmuyordu, olamıyordu. Bir yerlere odaklanmak şu ara harcım değil gibi. Kar damlalarını sıradan karşılamaya başlayan ruh halinin yansıması bütün bunlar. Alışmak belkide... Sihirli ya da sihri bozan kelime budur belkide; alışmak(daha önceden altını çizmiş miydim acaba?)...

Ne diyorduk, bu üçlüye takılmayalı uzun zaman oldu(en azından geçmiş zamanalrdaki gibi takılmayalı). Dün gece herhangi bir radyoda peşi sıra çalan, 90' lar nostaljisi damar şarkılar (kendi damarım hocam) ah edip vah etmeme vesile oldu. Beni harap ve bitap ettiği anlayacağın. O zamanlara döndük ister istemez fakat saat itibariyle üç as' ı bir araya getiremedik. İşin özü, dün yarım kalan üçlü hüzün dalgasına, kar damlalarını da ekleyip yerle yeksan geçireceğim cumayı, sizleri de beklerim efem...

Ve günün anlam ve önemine binaen bi O. Veli şiiri ve hasından şu şarkı sizlere, buyrunuz...

gereksiz adam

GÜZEL HAVALAR

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

O. Veli



7 Aralık 2010

İYİ UYKULAR

Çok başka hayatlar sürüyoruz bu ülkede. Geçmiş zamanlarda komedi dizisi yerine koyarak izlediğim sahnelerin biraz daha içine girdikçe, ilkokulda öğretmen korkusuyla gülme krizini atlatmaya çalışırken ortaya çıkan yeni ve başka krizlere girdiğim zamanlardaki gibi hissediyorum kendimi. Üstelik gülmek öyle bildiğimizden çok daha farklı, acımayla karışık bir şey işte. Bir adamın peşine takılmış bi dolu lüks ve ışıklı arabalar, korumalar, şık takım elbiseli ve güneş gözlüklü abiler ve onları karşılayan, onlara benzeyen insanlar insanlar...

Bütün bunlar insan için, insanın oluşturduğu sonra insanın da boyunu aşan, tekdüzeleşen, tek kişileşen hayatlar. Her şey insan için diye başlanıp, insanı yok sayarak devam eden bir düzen. Ardından ''ben sokaktaki adam değilim'' yaklaşımları.

Sokaktaki adam, oysa kurulan bütün bu düzen sokaktaki adam için değil miydi?

Çok başka hayatlar sürdüğümüz bu ülke nüfusunun büyük çoğunluğu şuan; solcuların güzel kızlardan ve yakışıklı erkeklerden, sağcılarınsa sadece tipsiz erkeklerden oluştuğu, sezonun en mükemmeli varsayılan diziye takılıp kalmış durumda tahminen. Bir kısmı futbol maçı izliyor, bir kısmı bilgisayara takılıyor, bir kısmı sevişiyor, bir kısmı v.s.  En iyisini de sevişen yapıyor, en ahlaksızca gözükeni bu oysa ama en doğrusu da bu. Sadece kendi için yapıyor, birilerinden emir almadan, gönül rızasıyla. Hep derim uyutuluyoruz, sezercik, ahmetcik, emrahcık ve osmancık. Yemek sonrası, ''flaş flaş flaş ördekler rüzgarda uçtu'' alt yazılarıyla süslenmiş haber sonrası, son darbe niyetine verilmiş uyku hapları gibiler. Sonra uyuyoruz....

Bol ışıklı, korumalı arabalar yollarımızı kesiyor, önceliklerimizi alıyor: Kirli sayılan hayatlar onlar için süsleniyor, temizleniyor, paklanıyor ve onlara sunuluyor. Sonra her şey güllük gülistanlık, her şey nuru pak, herkes mutlu, herkes memnun, bir daha ki seneye kadar..

E ne diyelim, iyi uykular...

5 Aralık 2010

SEVGİLİ BLOG

Türkiye' de en iyi yapılan bilimlerden biridir meteoroloji sanırım. Bir kaç gün önceden, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü' nün açıkladığı, pazar günü balkanlardan akın akın gelecek olan soğuk hava dalgası, gün itibariyle kapımızı çalmış durumda. Üstelik geldiği güne bir bakın, pazar...

Pazarla ve soğukla olan ilişkim ayrı ayrı ortadayken, ''bir araya gelip üstüme üstüme gelince nice olacaktır halim'' diye düşünürken, bireysel saldırılarıyla daha çok yıktıkları ruh halimi, ittifaklarıyla alt edemediklerini anlamış durumdayım. Ne pazara küfredesim var, ne soğuktan şikayetim. ''Hangi birinin derdine yanayım ulan'' ruh haliyle belki de; bir gevşeklik, bir rahatlık var üzerimde. Asıl korkuncu, Evren arkadaşımın  ''bir gün pazarı seveceksin'' öngörüsünün gerçekleşmiş olma ihtimali aslında. Düşünsene, yıllarca düşman saydığım günle barışıp, kanka olduğumu. Yazık değil mi 32 yılıma, o yıllarda biriktirip ilkeleştirdiklerime. Tabularımı yıkmaya hazır değilim ben oysa...:)

Sabah 10:30 sularında kalkıp (evet evet bu yazı günlük tadında, bloguyla sevişen adam modunda yazılacak. Kimse itiraz etmesin yoksa en başa ''sevgili günlük'' yazarım o olur) midesel ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra oturdum bilgisayarın başına. Hiç bir haber sitesine girmedim, hatta günlük haberlerle karşılaşma ihtimalimin olduğu öte-beri sitelere de uğramadım hiç. Sıkıldım belgelerden, dünya lideri ülkelerden. Demokrasi vaadiyle birebir alaksı olmayan ülkelere bomba yağdıran bir ülkeden çıkan bu gibi belgeler neden bomba etkisi yaratırmış anlayamadım gitti. Ne olacaktı, çok severiz biz bu liderleri, bu ülkeleri ama bombalamalıyız Allah bizi affetsin gibi yazılar mı çıkacaktı. Pöfff, girmeyeceğim bu konulara.

O saatten beri boş boş dolaşıyorum, boş sitelerde. Sol yanımda suyla karıştırılmış 3 in 1, ara ara cam kenarında tüttürdüğüm sigaram ve arkada bir türlü istediğim müzikleri çalmayan bir radyo. Bilgisayarımın hoparlörü bozuk, almaya üşeniyorum, cd lerimin tamamı arabada zaten, onları da almaya üşeniyorum. Artık ne çıkarsa bahtıma. İnanın bana çok mıy mıy, mız mız bi adam oldum ben. Misal sağ arka lastiği patlak arabanın, Allah' tan 2-3 gün idare ediyor hava basınca, 6 aydır o şekilde kullanıyorum da yaptırmıyorum. Lastiği değiştirmek zaten benim harcım değil..:)  Anlayın nasıl bir tembellik var üzerimde. Kızmayın lakin hepsi hayata olan küskünlüğümden, aha da sebep bu...

Geleceğe dair planlar yapıyorum bazen, ilk cümlem ''bu şehirden gitmeliyim'' oluyor. Sonra diğer bi ses ''sen her sıkıldığında bunu yapıyorsun ama değişmiyor hiçbir şey'' diyor e başka ses durur mu, bi dolu bahaneler üretiyor ''gitmeliyim'' tezine.  Lakin gidemiyorum, dört bi koldan sarıldım göndermiyorlar, da, ben gitmeliyim yoksa bi açık kapı bulamıyorum. Neden diye sormayın a dostlar, nedenleri çok kısa altını dolduramazsam huzursuz oluyorum.

Mayısı bekliyorum, mayıs sonrası gerçekleşme ihtimali olan görevde yükselme sınavına dahil olabiliyorum çünkü. Ve ancak ben bu şekilde burdan giderim diye düşünüyorum yoksa hiiiççç işim olmaz yükselmeyle onla bunla sanki, öyle geliyor bana gibi. Bahsi geçen sınav mayıs öncesi olursa ben bittim demektir. bir sonraki ancak 4 yıl sonra olur bu da burada çakılıp kalmam demek kanımca. O ihtimal dahilinde de planlar yapmaya çalışıyorum ama olmuyor, bi tarafı elimde kalıyor.

Sonunda iyiler mutlaka kazanıyordu değil mi?
Beklemekteyim sevgili blog (böyle başlamadık diye böyle bitmeyecek anlamına gelmez.:))


gereksiz adam

4 Aralık 2010

NE OLUR (yeniden)

Dursan,
gitmesen bugün.
Son kez baksam dağları sisli karadeniz gözlerine
hatta bu gece kalsan,
sarılsam güneş yanığı gül kokulu tenine,
yaylalarına bahar gelse köyümün.

Dursan,
gitmesen bu yıl.
panayırlar kurulsa gönlümün merkezine,
mutlu aşk şarkıları çalsa bayram günlerime.

dursan,
gitmesen bu ömür.
Gözlerine her bakışım son bakış tadında olsa,
yaylalarına kış gelmese köyümün..

Kalsan,
gitmesen,
benimle olsan bu ömür.
ne olur?


gereksiz adam/30.03.2010


Suratsız da olsa cumartesi bugün, efkardan değil eski duyguları kurcalama isteğimden yukarıdaki yazıyı ikilemem. Cumartesi olmasına rağmen erken güne başlayıp, tadından yenmez bir hal alsın istedim gün, lakin alışıla gelmeyen girişimler bünyemde bir şeyleri yabancılaştırır her zaman, cumartesinin suratsızlığı da bundandır belki... Ama gece uzun, alabildiğine uzun, bir kaç saatlik uykuya heba etmeyeceğim günü... 

saygılar...

2 Aralık 2010

YAZMALIYIM

bu gece yazmalıyım, 
çok yazmalıyım, 
durmadan yazmalıyım... 
başka hayatlar kurup, 
başka roller kapıp, 
başka kelimelerle yazmalıyım. 

oradan, buradan, şuradan
ya da 
her neredense gelmeli kelimeler..
ters-düz olmalı, etrafımı sarmalı hayatlar ve ben bu gece o hayatları yazmalıyım
...........................

ama yazamıyorum...


gereksiz adam

30 Kasım 2010

28 Kasım 2010

38 DAKİKA

04:21

Çok isterdim, sokak lambasından seçtiğim yoğun sise karşı içtiğim sigaranın tadını anlatabilmeyi. Dağlardan gelen, saf kokulu şarkılarla seyre daldığım geçmiş zamanların getirdiklerini ve aklımda beliren anıları, en süslü kelimelerle betimleyebilmeyi...

En çok bu zamanlarda özenirim Rus yazarlara. Emrine amade kelimeler sanki, nasıl da bir kaç sayfada somutlaştırıp, zihnimizde canlandırırlar yaşadıklarını, anlamak zor.

Çok isterdim canına yandığımın dünyasında bi kalemde meramımı anlatabilmeyi. Okuyanın sayfalarda ilerledikçe kalbime, aklıma girip beni anlamalarını.

Her şey ağır geliyor, tadını çıkartamıyorum akıp giden zamanın. Akıp gitmesi bile yetiyor bana, zor geliyor işte, yaşamak zor geliyor bana arkadaş.  Anlayarak hissederek okumak yeter belki de. Çok kelimeye, durmadan çabalamaya gerek yok işte; Yaşamak zor...

.....................

Hep özlüyorum, neyi özlediğimi bilmeden, bilmediğimin yerine dağı,taşı, onu, bunu koyup özlüyorum. Hep bir şeyleri özlüyorum ben arkadaş, aynaya bakıp yirmili yaşlarımı özlüyorum, sonra seni, sonra o zamanlar yaşadığım şehirleri...  O zamanlar yaşadığım şehirlere gidip arıyorum; yoluna, suyuna, evine, bahçesine bakıyorum, bulamıyorum, dindiremiyorum özlemimi.

Bu gece biraz daha dokunaklı kelimelerim olsun istiyorum, biraz daha karanlığına dalıp aklımın, en acıklı hayatlar ve eskilerden kalma bir iki şarkıyla çıkmak istiyorum yüzeye. Bu gece dibine kadar özlemek istiyorum...

Zaman geçtikçe susuyorum, hiçbir şey manalı gelmiyor, susuyorum  susuyorum. Sonra iki satır yazıyorum, yazdıklarımdan utanıyorum. Az önce içtiğim sigaranın hatırına bugün astarını kaldırdım yüzümün, gerçeğime biraz daha yaklaştım belki, ama çoğumu saklıyorum...

Zaman geçtikçe yaşamak biraz daha zor geliyor bana arkadaş ve ben zaman geçtikçe susuyorum...

04:59

38 dakikada biraz daha anlatabilmeyi isterdim kendimi, biraz daha kanıtlamak isterdim özlemlerimi ama yine olmadı...


gereksiz adam

27 Kasım 2010

İKİ SATIR

Üzerimde eğreti duruyor bu hayat,
çekip çıkartın daha fazla kararmadan aklım.
İki satır önce bahşettiğim huzuru,
bir sonraki satırda yırtıp atabilirim.


gereksiz adam

26 Kasım 2010

BU YAZIYA NASIL BİR BAŞLIK ATILIR Kİ...

.Amerikan filmlerinde ki suçluların aptal olduğunu düşünüyorum. İyi adamın arabasıyla peşine düştüğü suçlu nedense her defasında araba yolundan koşarak kaçmaya çalışır. Hiç aklına gelmez arabanın giremeyeceği yerlere-yollara sapmak. Aslında popüler Amerikan filmlerinin çoğunu aptalca buluyorum, bir de paraları olmasa nicedir halleri.

.Zulüm gördüğü beyazlardan hırsını almak isteyen zencilerin sinema sektörüne yöneldiğini bilmeyen yoktur herhalde. Bu yüzdendir ki vücudumu siyaha boyayıp Amerika' ya göç edeceğim. Midem kaldırırsa bahsi geçen filmlerde başrol kapmaya çalışırım..:)

.Taban tabana zıt düşünen iki düşünürün! haber kanallarında boy göstermelerinden de sıkıldım. Mehmet Barlas ve Emre Kongar' la başlayan (Yorum Farkı), zamanla suyu çıkan bu tür programlara bir sınırlama getirilmesi taraftarıyım. Yasakçı bi bakış değil bu elbet, yayın kuruluşunun iradesi dahilinde sınırlandırılırsa pek mutlu olacağım.

.Bir çocuğum olduğunda ilk işim onunla yaşadıklarımızı yazacağım bir blog açmak olacak. Bu akşam, belki de kötü günlerin şimdilik biraz daha hafiflemesinin verdiği rahatlıkla farklı blogları dolaştım. Bi dolu anne çocuğuyla ilgili bir blog aktivitesine girişmişken, bir tanecik babanın bunu yapmadığını fark ettim. Bi ilki gerçekleştireceğim, kararlıyım. Bu arada bu bloglar içinde çok beğendiklerim de oldu, misal; deli anne...

.İnek, koyun, keçi v.s. yetiştirmek için canla başla uğraşan insanlara özenip, benim de yetiştireceğim bir şeyler olsun dedim ve desert operations diye bir savaş oyununa sardım. Henüz herhangi bir savaşım yok, asker yetiştirmekteyim. Aslında savaşmaya niyetim de yok, kıyamam alemin canını dişine takıp inşaa ettiği binaları yıkmaya. Zaten savaşa da karşıyım. Oyuna üye olduğum gün kafam karışıktı hocam, sonrası da inat...:)  Neyse  oyuna üye oldum, adabımla asker, ajan, o, bu yetiştiriyordum oyun çöktü. Sanırım tarihinde ilk çöküşüdür, neden?  ben üye oldum da ondan..:)

.Sezen Aksu ile ilgili bütün haberlerin altına, referandum öncesi başlayan ''Sezen karşıtlığını'' yansıtan insanları görmekten de sıkıldım. Elbette fikir beyan etmek serbest de güzel kardeşim haberle ilişkilendir azıcık yorumu olmaz mı?

-Sezen Aksu Almanya' yı salladı (konser haberidir).
*O artık iktidar yanlısı, cd lerini kırdım (yorumdur)
Aman ne maharet. Cdleri kırmış, çok üzüldük ailecek. Sanki cd leri sorduk sana.Hepsinin inadına patlatıyorum bir Sezen şarkısı daha. Aha buyrun siz de dinleyin (şarkı).  Seviyorum seni Sezen.

.İzin dolayısıyla iki karış olan sakalımı kesmek istemiyorum, keşiş gibi gezeyim ortalıkta olmaz mı? Çalışanlara saç-sakal özgürlüğü gelsin. Küpe ile başlayan özgür kapı zorlamaları belki bunlarla devam eder. tek derdimiz bu kaldı ya, onu da çözdük mü tamamdır.

Bitirdim dostlar, Amerikan filmi izleyeceğim...


gereksiz adam
.

24 Kasım 2010

POZİTİF DÜŞÜNCE KAZANIR!

Bugün 24 Kasım 2010 çarşamba (tamamen günlük tadı vermek için yapılmış bi girişimdir).

Yaklaşık 15 gün önce, dokuz günlük bayram tatili ve peşi sıra gelen haftayı tatilleştirmenin verdiği gazla, bir sevinç bir heyecan ile algıladığım dünyayı yeniden yazma eğilimindeydim. ''yerim laynn dötünü, kavanoz dipli dünya'' nidalarıyla getirdiğim son cuma günü pek neşeli, pek başkalaşmış sona erdikten sonra, yalnız geçireceğime inandığım bayram ve sonrasında kullanacağım iznin nasıl değerlendirileceğine dair düşünceler sardı beni. Ne yapsam, nerelere atsam kendimi de, o günlerde başladığım ''pozitif düşünen kazanır'' felsefesine olan yakınlığımı sevişmeye ve hatta mutlu bir çekirdek aileye dönüştüreyim derken, pozitif düşünenin iyi bir eş olamayacağı, ondan doğacak çocukların ve oluşacak çekirdek ailenin pejmürde bir sokak serserisinden öteye geçemeyeceğini anladım. Hem de tek bir telefonla...

O gün başladı dötüne laf ettiğim dünya öcünü almaya a dostlar. Yol arkadaşımla ya da yalnız geçeceğini inandığım bu uzuuun tatil bildiğin kabile hayatına döndü. Döndü de ne dönmek. Kara haberler peşi sıra, dııırtttt dıııırrrtt ( telefonum böyle çalmıyor yahu, aslı bu)  çalan telefonumu her açtığımda; o gün duyduğum, şokunu henüz atlatamadığım olaylarla ilgili detaylar geldi durdu -Yok, düşündüğün gibi değil arkadaşım, bu sefer başka. Dünya ile olan derdim, karamsar ve her daim ağlak ruh halimin konuyla alakası yok.- Sonra ufak göçler başladı, kabilecek oradan oraya oradan oraya. Zamanla biraz sakinleşti her şey tabi, umarım daha da sakinleşecek. Malum sonunda iyiler mutlaka kazanır....

İşte uzuun tatilimin son 3-5 günündeyim ve hala bahsi geçemeyen olayların artçılarıyla (umarım devamı gelmeyecek) sarsılmaya devam etmekteyim.

Velhasıl bir sonraki uzuuuunnn tatilimde pozitif düşüncenin annesi ya da babasıyla takılmak istiyorum, belki dünyayı mutlu algılamamda daha faydalı olurlar....

(öğretmen olarak ataması yapılamayan ve beklemekten vazgeçip yolunu değiştiren biri olarak ben de bu güne dair, tarafıma kutlama mesajları istiyorum, en azından...)


gereksiz adam

22 Kasım 2010

Zor zamanlar geçiriyoruz insanlık olarak

Pazartesi sıkıcı ve muğlak bir gündür malum. Yıllık izninin kalan kısmını kullanan biri olarak, pazartesinin kendine has iticiliğinden hala faydalanabiliyorum çok şükür. Sabah 8:00 sularında başlayan kapı zili sesi, cep telefonunun sesi ve en nihayetinde sabit hattın sesiyle hepten hiçe dönen eksik sabah uykum dahi günü pazartesileştirmeye yetmemişti oysa. Her şey 15:00 sularında televizyonu açıp ne var ne yok diye bakmamla başladı. Aklımın ve bedenimin alışık olmadığı programlarla yüzleşince anladım günün pazartesileştiğini. Bütün suçu pazartesiye atmak olmaz tabi. Şaşkınlık, aldatılmışlık, üzüntü v.s. gibi duygularla arife günü akşamı başlayıp azalarak devam eden karışık ruh halimin etkisini de azımsamamak lazım.

Zor zamanlar geçiriyoruz insanlık olarak. Üstelik bütün bu zorlukların temeli yine insan. Nasreddin hoca' nın bindiği dalı kesmesi eğlenceli bir hikaye gibi gelse de çocukken, büyüdükçe anlıyorsun göz göre göre bindiğimiz dalı kestiğimizi. Yine hikayedeki gibi uyaranın ''önemli kişi'' damgası yemesi de daldan düşünce anlaşılacak. Yani yine her şey için geç kalınmış olacak. Kimseyi eğitmek, doğru budur demek haddim değil ama ''kör kör parmağım gözüne'' bir olayda da başımı eğip susmak, erdemli adam havalarına girmek zor ve sıkıcı. Hoş bilinmez ''erdem midir, korku mu?'' tavrımın kaynağı...

Ortalama 12:00 sularında başlayan, ''gitsem mi, kalsam mı?'' diye içime içime seslendiğim bir pazartesi daha geçti geçiyor. Bir kaç haftadır aklıma düşen açıktan 3. üniversite hayalleri de suya düşecek gibi. ''Bir de şu bölümü okuyayım, kamuda pek lazım olur.'' diye diye kendimi dahi ikna ettiğim, hatta en zor bölüm olan karar verme aşamasını atlattığım bu dipsiz düşüncem de uygulama aşamasında son bulmak üzere işte. Zaten her şeyi çayıra salıp, çok uzağa çok çok uzağa kaçma eğiliminde olduğum bu zamanlarda öyle zor ki  bu işin uygulamaya konulması. Velhasıl cuma gününe kadar bankaya gidip ''paralı eğitim'' mucizesine bir kez daha katkı sağlar ve kaydımı yaptırabilirsem, bir bölüm daha beni bekliyor bitirilmek üzere.

Ne demiştik, ''Zor zamanlar geçiriyoruz insanlık olarak''. umarım en az hasarla ya da hasarsız atlatırız bu zamanları...


gereksiz adam

19 Kasım 2010

ANONİM

Şimdi bi sigarayla çözeceğim belki de her şeyi.
Ciğerime birikecek katranı umursamadan,
korkmadan,
kaçmadan çözeceğim her şeyi.

Kulaklığımdan sıyırıp karşıma koyacağım müziğimi
ve seyrederek dinleyeceğim seni.
Sonra yeni hayatlar kuracağım sağıma soluma
ve yeni diller;
özümden aldığım hayatlardan çıkan yeni diller.

Bi nefes çekip dumanıyla aklayacağım müziğimi,
ve hayatımı..
Keman sesinin altını çizip,
üzerini yeni dünyamın dağlarından gelen yanık bi sesle örteceğim.
bu sefer küsmeyeceğim,
küskünlüğü alıp sol yanıma koyacağım.

Yeni bir hayat yazacağım bugün,
sigaramın dumanıyla besteleyeceğim sisli,
katran karası yeni bir hayat okuyacağım.
Ve altına ''söz-beste: anonim'' yazıp
son kez adımı sileceğim dünyadan...


gereksiz adam

17 Kasım 2010

O GÜN BAYRAMDI

Çok karışıktı her şey. Çapraz ihanet ateşinin ortasında kalmıştı. Bedeni daha ne kadar dayanırdı ki bu manevi mermilere. Olup biten her şey yeni sorgulamalar çıkartıyordu gün yüzüne. Çok mutsuzdu, ''insan neden sonra kaybetmişti değerlerini'' işte en büyük sorgusu buydu.

''Bazen ölüm ne kadar da manalı sorunlara çözümde'' diye düşündü, ama o gün bayramdı ve biraz korkaktı düşünceleri.

Bu sefer erdemsizlikten daha somut ve daha can yakıcıydı gelenler. Oysa o gün bayramdı, biraz daha huzurlu olacaktı her şey, olmadı. Üstelik bu sefer sorunları kendi karanlık dünyasından bağımsızdı. Teselli edecek, sesini kesecek, kendince çözüm bulacak bir başka kendi yoktu. Bir ucundan daha yakalamıştı hayat yine, ve yine uzun uzun canını yakacaktı.

''Ah insan, ah bir et parçasının altına saklanmış şeytan! Kim bilir hayat kirlerinden ne zaman kurtulacaksın.'' dedi biraz yüksek sesle. Sonra anladı ki o gün bayramdı ve daha da kirletmişti insan kendini...

Sonra sustu...


gereksiz adam

11 Kasım 2010

BAZI SÖYLEMLER VARDIR...

Bazı söylemler vardır, insanı nedensiz memnun eden, huzur veren, düşündüren, hüzünlendiren. Örneğin "kelebek etkisi". Bu filmle alakalı değil ya da herhangi bir olayla, kişiyle, yerle. Kelebek etkisi deyince harikalar diyarında gezinen Alis' in kankası olmuş, dünyadan bağımsız görsellerle fingirder buluyorum kendimi. Hiç erkeksi değil biliyorum ama, gözümü pembe bir obje kaplıyor birden. Sanırım "toz pembe" söylemiyle alakalı.

Sonra "Geçmiş bahar mimozaları" var. Hüzünlendiren, kayıp bir hayatı anlatan, biraz gri, biraz öyle, biraz böyle ama en çok hüzünlü.

Cuma etkisinde bir Perşembe diye başlayacaktım yazmaya. Sonra düşündüm, günlere olan takıntımın altını fazlasıyla çizdiğime karar verdim. Bilinsin istedim sadece; cuma etkisindeyim, sanki huzurluyum ama aklımda mimozaların hüznü var. Biraz da kararsızım, kim bilir "aşk mümkün müdür hala"...


cem

6 Kasım 2010

SAHTEKAR İNSAN SARRAFIYMIŞ MÜJDELER OLA..

Susmayı her daim beceremeyen bir ruh halim var ya da hep susuyorum da, kurduğum iki cümle bana fazla geliyor. Bir dönem konuşturmayın beni eşim dostum, konuşmama vesile olacak cümlelerden, tavırlardan sakının. Az insan olun misal, az uyanık olduğunuzu sanmayın. Hepinizi cebimden çıkartırım tabir-i caizse, ama yorgunum.. Aslınızı sakladığınız halde görmekten ve gördüğümü görmezden gelmekten yoruldum. İstediğiniz gibi davranmak, sizi görmemi istediğiniz gibi görmek ne zor bilir misiniz?

Mallığınızı görüyorum haberiniz ola. Hala saf sayıp beni, öyle davranacaksanız ''ar damarınızı kontrol ettirin.'' derim ve yineliyorum aynaya daha uzun süre bakın, daha da uzun süre ve maskenizi çıkartın kendinizi seyrederken. Bir dönem acısını çeksenizde, zaman yeni halinizi sevdirecektir emin olun. Aklınızda ki tilkilerden de kurtulmuş olacaksınız hem..

Kendinizi saklamak için, bu kadar yorulduğunuza deger mi?


gereksiz adam (09.07.2009)


SAHTEKAR


Hep saklayacak bir şeyleri vardı. Aklı ermeye, hayatı anlamaya başlayınca keşfetti sırlarını. Öteki olmayı istemeyecek kadar korkaktı. Sıradandı hani, bütün akranları kadar sıradan.

Büyüdükçe sırlarını da büyüttü içinde, başka biri olup çıktı. Sırlarının üstünü örtüp özüne sırtını döndü, olmadı.

Kendini ele vermekten korktu hep, kendini ele verip alaşağı olmaktan. Futbol oynamayı sevmiyordu mesela hiç, hatta futbol başlı başına eleştirel bir oyundu onun için, spor dahi değildi, sustu. ve ilk zamanlar bir dikişte bitiremezdi bir şişe birayı aslında, bitirdiğinde sağa sola attığı tebessüm gerçek değildi.

İlk aşkı o kadar da sancılı değildi, istese bir anda unutabilirdi, unutmadı.

Misket oynamayı severdi belki ama korkardı becerememekten ''sevmiyorum'' deyip kurtuldu, ama yalandı.

Ve karanlığı sevdi hep, ışıklarla başı hiç hoş değildi.

Bütün asıllar suret, suretler asıl oldu hayatında ve bir gün geriye dönüp baktığında, anladı ki artık bi sahtekardı.


gereksiz adam (14.04.2010)

5 Kasım 2010

BU GECE

Uzun bir gecenin ardından, yarım kalmış yalnızlığımın bir yarısına selam edeceğim.
Şair eskisi, hırlı-hırsız kelimelerimle karşılayacağım gülcemalini.
Ve boynumu bükeceğim huzurunda suçlu suçlu...

Çok geçmeden bozulacak büyünün getirdikleri, aklıma düşecek kalabalıklar.

Cumalar genelde huzurludur ve biraz daha özgürdür geceleri. Oysa bu cuma biraz kalabalık, bu cuma yalnızlık öncesi huzursuzluğunda. Ve vicdan, bütün acımasızlığıyla yalnızlığımla aramda.

Dilimde ''dum tıs'' ından sıyırıp yeniden keşfettiğim bu şarkı, aklımda yeniden kurmaya çalıştığım hayata dair sorular, yalnızlık özlemim ve vicdanımla geceye devam etmekteyim...

Kaderim kastın mı var?
Ya sen gel, ya beni aldır.
Yeminin, ahdın mı var?
Hasetten yüreğim hardır

Sezen Aksu

gereksiz adam

4 Kasım 2010

ESKİ...

Eski zamanlar...
Eski zamanlardan kalma....
Eski bir hikaye...
v.s.

Eski ile başlayan bir çok şey;
biraz kahverengiyi,
biraz sarıyı,
biraz sigara dumanı,
biraz karışık zamanları,
biraz kaybetmişliği,
biraz özlemi hatırlatıyor bana.

Yok öyle içimi karartmıyor, yerle yeksan etmiyor. Sadece bir sonbahar akşamında, sarı ağaç yapraklarıyla kaplı yolda, uzağımdakine bakıp "keşke" diyen bir adam siluetini canlandırıyor içimde. Sezen Aksu, Murathan Mungan sözleriyle okuduğu şarkıda ''eskidendi eskidendi çok eskiden'' diye bağırırken lapa lapa yağan kar' a karşı, keşke diyen adamın üzüntüsü biraz daha artsa da, depresyon arifesi getirilerini taşımıyorum içimde.

................

gereksiz adam

3 Kasım 2010

CİNSEL META

Kadınları ''cinsel meta'' olarak görüyormuş bazı erkekler. Oysa erkekleri ''cinsel meta'' olarak bile görmüyor bazı zamanlarda kadınlar...


gereksiz adam

31 Ekim 2010

OTOBÜSLER GİTMELİ

Kara bulutların da ötesinde üstünü örten, gözükmeyen açık hava hapishanesi; şehir ya da ülke sınırlarından bağımsız, alakasız bir aşk şarkısında beliren, sıkan, yoran... Umudu olmayan mekanların en tenhasında sıkıştıran, yakalayamayan bir ruh hali yıllardır sürdürdüğü düzen.

Karanlığın başka tasvirleri olmalı oysa, detayı, eli, gözü, yüzü, yaşam planı olmalı. Karanlık biraz daha bedenleştirilmeli hayatta. Karanlıkla imkanlı aşk hikayeleri yazılmalı, üç elma düşürülmeli gökten sonunda. Çürümemiş, kurtsuz, çersiz-çöpsüz üç elma...

Ya da yeni küfürler geliştirilmeli. Çaresizliğin üzerindeki etkisi, ana-avrat küfür yemiş yağız bir delikanlıda ki etki kadar sağlam olmalı. Şaşırıp kalmalı, korkup kaçmalı, başka hayatlara tecavüze yeltenmemeli. Çaresizliğe, karanlığa yeni ve sapasağlam küfürler geliştirmeli.

Bu şarkılar değil, bu şarkılar geçmiş zamanın küfürbaz şarkıları, bu şarkılar ''ilkleri'' kapıdan bacadan şimdiki zamana doluşturan şarkılar, bu şarkılar karanlığa ve çaresizliğe edilecek bütün küfürlerin etkisini azaltan şarkılar.

Kapat şu pespaye geceyi çaresizliğin üstüne ey görev başındaki. Kapat ve ayır açık hava hapishanesinde yaşayanları. Ve sen, pespaye kelamını klavyesine pelesenk etmeye çalışan adam, anlamı ünlü sözlüklerde bile yer bulamayan kelimeyi uzaklaştır klavyenden. Klavye başı modern zamanların ve karanlıklar ülkesinin çaresiz adamı, çıkart hayatından çıkartacaklarını...

Ve otobüsler başka şehirlere gitmeli hatta başka ülkelere. Otobüsler defolup gitmeli, otobüsler başka ülkelere gitmeli; sınırları olmayan, kıçı-başı yarı çıplak ülkelere gitmeli. Otobüsler gitmeli, otobüsler hep gitmeli, otobüsler hep başka ülkelere gitmeli. Durup düşünmeden, dost olmadan herhangi bir asfaltla, otobüsler gitmeli.

Kimse bilmeden  zaman yeniden yazılmalı, yanlış öyküleri silip, yanlış tanımları silip, zamanı yeniden tanımlayıp yeni öyküler yazılmalı ve geri alınan saatler değil, zamanlar olmalı.

Sonra otobüsler gitmeli yeniden tanımlanan zamanlara, durmamalı, otobüsler gitmeli...


gereksiz adam

26 Ekim 2010

BAZILARI HEP HUZURSUZDU

Zorda kalınca kaçan, kaçtığı yerde bıraktıklarına yanan adamdı. Çok zaman sonra kaçmaktan korkan ama olduğu yerde de duramayan, yeni bir ruh haliyle kaldı dünyada. ''Eşeledikçe hayatın sırrını çözeceğim.'' derken, açtığı çukur onu yaşamdan biraz daha uzaklaştırdı.

Oysa yirmili yaşlarının başlarında bu kadar çıkmaz fazlaydı ve hatta eğreti.
Oysa yirmili yaşlarının başlarında hayat anlıktı, gelirdi geçerdi her şey.
Oysa yirmili yaşlarının başlarında yalnızlık bu kadar koymazdı,
Oysa yirmili yaşlarının başlarında kalabalıklardan sıkılmazdı...

Şimdi yalnızlıktan, kalabalıklardan, çıkmazlardan kaçmaya çalışan, ne tarafa dönse huzuru yakalayamayan biri oldu çıktı...

Bazıları böyle yaşıyordu, bazıları huzuru hep kaybettiklerinde ya da olmasını istediği şeylerde arıyordu.

Bazıları kaybettiğini ya da istediğini elde etse, yine hiçbir şey istediği gibi olmuyordu. Bazıları şükürsüzmüş gibi gözüküp, iç dünyasına bir el atamıyordu...

Bazıları hep böyleydi, baş rolünde arabesk bir yıldızın oynadığı, eski türk filmlerinde ki oyuncu gibi yaşıyordu....

Bazılarının elinden hiçbir şey gelmiyordu...

(....)


gereksiz adam

24 Ekim 2010

ZOR ZAMANLAR

l


Bir hayat manzumesi de değil,
yanlış zamanların hece ölçüsü dizeler.
affedilmişliği de yok günahların
meleklerin hatıra defterinde ömürler.

ll
Bir akşamüstü rüyası gibi hayat
birden, korkarak ve terli uyandıran karanlığa
gece yok,
meleklerin yüzünde siyah benekler.


Şimdi aynı zamanlarda takılıp kaldım yine; 
Eski hayat kırıntılarından ve siyah kelimelerden oluşmuş, 
yaşadıkça ağırlığı artan zamanlarda.
Ve pazarın saldırganlığı...

Şimdi aynı hayallerde kaldım yine;
kendim gibi,
adam gibi,
aşk gibi yaşadığım hayallerde.
Ve pazarın yalnızlığı...

(sezen aksu-zor yıllar pazar hediyem olsun size)


gereksiz adam

23 Ekim 2010

CİNAYET

İşlek bir caddede, içi dolu bir halk otobüsünün durduğu, dolu durakta, oğlunun gözleri önünde bir insan öldürülüyor bu ülkede. Ertesi gün aynı durakta kadınlar toplanıp gösteri yapıyorlar.

Hiç inandırıcı değilsiniz ülkem insanı.

Ve merak ediyorum; acaba olaya şahit olanlar rahat uyku uyuyabiliyorlar mı?

(insanca, bildik tanıdık, genel ahlak dahilindeki kelimelerle meram anlatmak bu kadar oluyor. Olayın bi başından girip sonundan dümdüz çıkmak var ya, olmuyor işte)

Bir de ana haber bültenleri var, olayı sıradan bir itişme gibi sansürsüz rahat rahat yayınlayan. Yo yo gerçekten düzgün cümlelerle olmuyor durum hakkında yorum yapmak.


gereksiz adam

21 Ekim 2010

NE DEMEK EFENDİM, GELİYORUM EFENDİM, BİR SANİYE EFENDİM, DOMATES EFENDİM...

Ne demek efendim, o sizin ucuzluğunuz. Ben, son dönem enflasyon canavarını besleyen domates kadar pahalıyım çok şükür. Elbette benim de hülya-gülben maçlarının sonuçlarını iple çeken gizli bir yanım oldu geçmişte ama artık geliştim, hormonel ilaç takviyeleriyle bünyemi büyütüp, kızardım...

Neyse efem, domates işine girmeye karar verdim. El bebek gül bebek bakıp, besleyip, büyütüp, kızartıp, piyasaya dalacağım. Bir iki yılda parayı bulup hıyar yetiştirmeye başlayacağım. Hıyarlarla içli dışlı ola ola yetişme usulleri hakkında fazlaca bilgi sahibi oldum kanısındayım. 

Dünya bir garip yuvarlak işte. tamam ya tam bi "top" kıvamında değil biliyorum. Öküz boynuzunda taşındığı rivayetinden sonra bilim gelişti, güzelleşti, ağzı yüzü boyalı İstanbul gibi oldu maşallah. bilim adamı da pardon pardon bilim insanı da aynı doğrultuda geliştirdi kendini ve öküzü de boynuzunu da alaşağı etti. Bu kadın-erkek eşitliği konusu zorlama olunca ne garip kelimelerle muhatap oluyoruz değil mi?

bilim adamı (eşit değildir) bilim insanı...

Hadi domates ve kadın-erkek atışmasını bir potada toplayalım, bir maniyle (yarım da olur)

domatesin çekirdeği sapsarı sapsarı
bu kızlar (erkekler) dünyanın.......  heheheh çok malca...:)

Günlerden de perşembe malumunuz üzere. İçimde İstanbul otogarının gürültüsü; kitap okuuuuuu, başka bir şey oku, erotik dergilerin bir acayip hikayelerini oku, ne bulursan okuuuu şeklinde uğultuya dönüşen seslerle mücadele etmekteyim. Ha fazlası da mevcut tabi;

kendine bir hayat kurrr, başka şehirlere göç et, amirini bertaraf et, bitaraf olanlar bertaraf oluurrr :)

Yok yok içime sinmiyor bu söylemler, yağmur sonrası açan güneşin etkisi bunlar. Üşüyüp, yanmak arasında kalan bünyeden bundan farklı tepkiler beklemek de yersiz değil mi? 

Bu yazıdan bi b.k çıkmaz hacı, saatlerimi halkıma adamak en güzeli...

Geldim efem...


gereksiz adam

19 Ekim 2010

TESCİLLİ ADAM

Üstünü örtmekten yoruldum kelimelerin. Zorlama tebessümlerin, üzüntülerin, suskunlukların gelmişine geçmişine sövüp saymanın da çözüm olmadığı aşikar. Oysa küfrederek zamana acındıracaktım kendimi o da bana istediklerimi verecekti. Asilleştirecekti ömrümü...

Ziyadesiyle mutsuzum dostlar, ziyadesiyle kayıp...

Ve emin olun gereksizliğim, gerekli merciden tescilli...


gereksiz adam

15 Ekim 2010

CUMA

cuma;

bir altın külçe
yeni çıkmış bir sezen albümü
sıfır kilometre bir otomobil
bir bardak soğuk bira
hiç olmayacak bir vakitte karşılaşılan aşk
hafta içi sabah uykusu
uzun zaman sonra içilen bir sigara
bir anda akla düşen bir şiir
boş bir ev
.........
.....
...
.

gibi...



gereksiz adam

4 Ekim 2010

VE BİTTİ SİYAHA SÖYLEYECEKLERİM

Ve,
nikotine teslim düşünceler
Bahçesiz evin bahçe kapısı kilitli.
Yani bitti mi siyaha söyleyeceklerim.

Ay,
güneş,
yıldız v.s.
Tekmili aynı anlamsızlığa teslim.
Ahlaklı,
ve vesikalı bir orospu,
hatta biraz daha ikiyüzlü;
pencereye dikilen akıl oyunları.

Gece de aynı hayat
geceye sebep olan pazarlıkları da.
Söyle şimdi,
bitti mi siyaha söyleyeceklerin?

Hiç bir şair merhem değil,
kelime oyunları da kar etmiyor geceme.
Bahçe kapısı kilitli bahçesi olmayan evin.
Ve bitti siyaha söyleyeceklerim.


gereksiz adam

23 Eylül 2010

OLMAZ MI?

Malum zamanlardan kalma bu dinlediğim şarkı.
Anılarda kalan hayatları hayallerde, kelimelerde öyle eskittik ki,
En azından bu şarkının adı saklı kalsın bende,
olmaz mı?


gereksiz adam

16 Eylül 2010

ANCAK BİR KIŞ DAHA


Herkes yazmıştır sonbahara içli bir yazı. Mevsim de tam yazılmalıktır hani; sarı, hüzünlü... Sarıdan mıdır hüznü, terk edilişleri mi temsil eder bilinmez. Yapraklar ağaçlarını, çimler toprağını, doğa yazlık süsünü kaybeder ve kaybederken de görsel olarak güzeldir her şey. Belki de budur hüznün sebebi, terk edilişlerin göze gelen güzelliği. Bi hüzün vardır işte, kaynağı tarafımca netleştirilemeyen.

Neyse efem, asıl konu "bu sonbaharın benim üzerimde ki etkisi ya da etkisizliği". Çok zamandır benden uzak olan hüzün şimdi de, bu mevsimde de çalmadı kapımı. Yazın peşi sıra gelen serin hava daha çok çaresizlik hissi uyandırdı bende. Soğuk insana kendisini çaresiz hissettirir mi? bana hissettiriyor işte. "yeni ve yalnız bir hayat olmalı", "başka düzenler kurmalıyım", "sıradanlaşsa da ıssız adam olmalıyım" v.s. söylemlerle kendimi ait olduğum yere atma telaşıyla gelen bir çaresizliktir bu belki de ya da evet tam da öyle.

Bundan 1,5 yıl önce hayatımda herşeyi değiştirmiş ve yeni bir hayata başlamıştım(ocak/2009). Daha başladığım gün anlamıştım yanlışımı, daha başladığım gün gitmelerin peşine düşmüştüm. "Ancak bu yarım kış" katlanabilirim buraya diyordum. Sonra "ancak bir kış daha". İşte şimdi de böyle bir zamandayım, yine "ancak bir kış daha" diyorum, belki de olmayacağını bile bile. Bilen bilir mekanlarla değildir de derdim.........

Bir kış daha buralara katlanacağımın haberini veren bu sonbahar da bana hüznü değil çaresizliği getirecek, çok belli.


gereksiz adam


11 Eylül 2010

SEZEN' e...



Ucuz saldırılar, hakaretler ve antidemokratik yaklaşımlarla tarihte ''lale devri'' leylası olarak yerini alacak olanlar, sanatına rağmen tarihe siyasi duruşuyla adını yazdıranları karalasa ne karalamasa ne!


gereksiz adam

5 Eylül 2010

KIZMA

Şimdi bir sigara daha yakıp, derin bir nefes çekeceğim ciğerlerime; kızma. Eski zamanlardan kalma şarkılardayım yine...

Sonra belki bir sigara daha yakacağım. Eski bir Nazan Öncel ya da Sezen Aksu şarkısına eşlik etmek için dumanımla.

Bütün bu karmaşa arasında unuttum yokluğunu; kızma. Zaman o zaman değil, zamandakiler kavgalı, zamandakiler saygısız. İşte bu kavgada unuttum yokluğunu,kızma...

Bütün ihtiyaçlarını karşılayabilirdim, en ufak ayrıntısına kadar sorabilirdim yazacaklarımı sana; sesim titredi soramadım, kızma.

Şimdi belki bir kutu bira içebilirdim, sigarama ve yokluğuna eşlik etsin diye. Zaman o zaman değil, içemedim...

Şimdi bir şiir yazmak isterdim sana, çok zaman geçmiş unuttum yazacaklarımı; kızma...


gereksiz adam

...

Bir sanatçı da ülkenin tarihi ve kültürel eserleriyle ilgili yorum yapamayacaksa biz yandık!!!


gereksiz adam

3 Eylül 2010

HALKÇILIK

Halkçılık;

Bir toplumda genellikle kaderin belirlediği, sosyo-ekonomik olarak üst düzeyde bulunan bir zümrenin, kendi iradeleriyle belirlediği kuralları, sanki kendisinden alt tabakada bulunan halkın fikriymiş gibi onlara dikta etmesi değil, var olan toplumsal gruplar arasında ki eşitliği sağlamak için o toplumun da katkılarıyla oluşturulmuş kavramlar bütünüdür.

Buradan yola çıkarak, benim fikrimmiş gibi oluşturulmuş, benle alakası olmayan yaşam şartlarını bana zorla uygulamaya çalışmanızdan sıkıldım.

-Tarlada çapa yapanların da, bir barda efkar dağıtanın da aynı huzur ve mutlulukla yaşamasını istemek bu kadar mı garip?

-Ve yine aynı iki insanın, bir kaç ortak payda da buluşmasını istemek bu kadar mı ürkütücü siz burjuva takımı için?

Siz bayım, üzerinizdeki ''çakma halkçı gömleğiniz'' fena sırıtmış bilesiniz.



gereksiz adam





31 Ağustos 2010

KUTU KUTU

Kutumda bir gariplik var, hissediyorum. Kırmızı olabilir, mavi de olabilir ama kutumda bir gariplik var, hissediyorum...


gereksiz adam

29 Ağustos 2010

2010 Dünya Basketbol...

Açılış deyince, her daim ''göbek atma'' eylemini akıllarına getirenlerin, 2010 dünya basketbol şampiyonası açılışını beğenmemeleri gayet normal...


...

26 Ağustos 2010

ANLAŞILMAZ

Eskisi kadar kurcalamıyordu hayatı. Yeni ve yalnız bir hayat için şansını zorlamıyordu. Akışına bıraktı gitti.

Ve kelimelerden en süslü cümleler kurdu. Cinsiyetini yazandan değil okuyandan bulan cümleler. Yazandan hesap soran, aslını bulmak isteyen cümleler.

Önce hayal kurdu uzun uzun, aylarca. Bitirince bütün hayallerini sattı ve kredisini ekleyip bir ev aldı. Yatağı, yorganı, mutfağı, banyosu olmayan bir ev.

Bir sanala takıldı gitti. Vesikalık aşkına hediye etti anahtarını.

Aşk,

Bir beyaz cam ardında, vesikalık kaldı.

Eskisi kadar kurcalamıyordu hayatı. Eskinin hatırına hayallerini sattı. Karşılığını yenisinde bulamadı.

Olsun,

eskisi kadar kurcalamıyordu hayatı, zaten kurcalanacak bir yanı da kalmadı.

Anlaşılsın diye değil, manası olsun diye hiç değil. Süslü kelimelerden, birbirinden bağımsız cümleler kurdu. Eskisi gibi, bir türlü anlaşılamadı...


gereksiz adam

HARBE GİDEN

Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!

O. Veli


23 Ağustos 2010

118....


Biri şu 11880 reklamlarına ''dur'' desin. Vallahi ruh sağlığım tehlikede, gerçekten.

Bir de avea reklamlarında (özellikle halı saha maçı olan bölüm) avea kullanıcılarını görünce, diğer operatör sahibi olasım geliyor. İstediği kadar yüklensinler, o iki tip (sağ ve soldaki) gibi olacaksam olmam daha iyi...


gereksiz adam

20 Ağustos 2010

NEFS

Biraz daha sessiz olabilirdi dünya ya da biraz daha sessizleştirebilirdik kalabalıkları. Olduğu gibi göstermek her şeyi zor olmasa gerek. Biraz daha sonradan kötüleşen iç seslerini kontrol altına alabilirdik.

Daha yaşanılası kılabilirdik dünyayı. Olağan, herhangi bir kitaptan fırlamamış sözlerle anlatabilirdik her şeyi. Biraz daha anlık, art niyetten bağımsız ilişkiler kurabilirdik.

Sonra kendimizi daha yalın bakışlarla anlatabilirdik herkese. İçimizde saklı bir bakkal defteriyle yaşamaktan kurtarabilirdik saflığımızı. Yazdıklarımızı okuyanların yüzüne avaz avaz anlatabilecek kadar özgürleştirebilirdik hayatı.

Biraz daha sevişerek anlamlaştırabilirdik dünyayı. Kalpten çıkan kelimelerin hesabıyla yormazdık aklımızı. Olduğu gibi kabullendirebilirdik her şeyi.

Olabilirdi elbet ama olmadı, çünkü insan yaratıldığı günden beri nefsiyle olan kavgasını kazanamayan bir canlıydı. Üstelik bu kavgasının bir türlü farkına varamadı...

SİNEK AVCISI


yeni sinekler ısırıyor vücudumun her yanını
yeni ve sivri sinekler...
bir mülteci,
bir haymatlos gibi her yerde
kan emici sivri sinekler..

Yüzüm de yaşımın çizgileri
ve sineklerden kalan kırmızı noktalar
elimde,
gitmeden önce aldığın parmak arası terliklerim
üstüme üstüme gelen sıcaklar
sinek avındayım...
hayırlı avlanmalar...

cem ben....

19 Ağustos 2010

VAKİT BU VAKİTTİR

Bu gömlek dar gelmeye başladı hocam. Mevcut mağazalarda bana uyan beden kalmamış. Varsa bildiğiniz bir terzi, bedenime göre olandan diktirmek zamanıdır. Hiç olmadı aynı bedende olduklarımla bir kasaba kurup, tam bedenimize göre kıyafetlerle yaşamak vaktidir.

Vakit bu vakittir hocam, kaçıyor yakalananlar...

Pardon yakalanmış mıydılar!!!


gereksiz adam




11 Ağustos 2010

BENİM CİNSİYETİM YOK

Onsekiz yaşımda hamile kaldım dünyaya
Gebeliğimin ondördüncü yılındayım
bakma öyle benim cinsiyetim yok.
Yakında dünyamı doğurmanın telaşındayım.


gereksiz adam

9 Ağustos 2010

ORDAN-BURDAN-ŞURDAN-ÖTEDEN-BERİDEN

Miadını doldurmuş ilişkilerde ucuzlaşmaya başlayan iletişim şekillerini bilirsiniz. Son noktayı koymak istersin de bir şey tutar seni. İlla dip yapıp midenin bulanması gerekir ki sonlandırasın. Sonrası sorgulama evresidir. Anlık iletişimlerin peşi sıra gelen geçici ve kas ağrısı hissi veren pişmanlık ve sorgulamalar, belirtilen evreden sonra kalıcı bir hal almaya başlar. Sonra iletişim biter, sen sorgulamaya devam edersin ''nerede hata yaptık''. Cevabı basit aslında ki sen de bilirsin, nokta yerine hep virgül koydun. Cümle uzadıkça anlamını yitirdi hatta anlamsızlaştı.

Nokta isteyen cümleler uzadıkça, okuyanı da yazanı da yorar evlat...

Sözün özü;

Mideni ve aklını seviyorsan noktayı doğru yerde kullanmak lazım evlat.

Ve,

gereksiz adam kullanıcı adından utanıyorum ama ondan kopamıyorum. Bana gereksizliğimin ne kadar gerçek olduğunu hatırlatıyor bazı bazı. Yok çok ciddiyim, ''aman sen gereklisin'' deyin de gaza geleyim diye değil, gerçekten.. Misal kalabalık gruplar içerisinde ''benim blogumda ki adım gereksiz adam'' desem eminim ingiliz tenini andıran hafif pembemsi tenim kırmızı ötesi bir şey olur...

Bir de,

bu blog ve ben çok ortalık malı olduk. Gerçek hayat ve blog hayatım eşitlenmeye başladı. Yani artık bu blogun bana ait olduğunu beni tanıyan bir çok kişi biliyor bu da yazma özgürlüğüme ket vuruyor. pek yakında, çok acıyla blogtan vazgeçip yeni bloglara-mekanlara yelken açarsam üzülmeyin, ağlamayın, kahretmeyin kendinizi olur mu?

Bitti...

(daha yazardım fekat çok sıcak)


gereksiz adam

8 Ağustos 2010

SİNEK AVCISI

yeni sinekler ısırıyor vücudumun her yanını
yeni ve sivri sinekler...
bir mülteci,
bir haymatlos gibi her yerde
kan emici sivri sinekler..

Yüzüm de yaşımın çizgileri
ve sineklerden kalan kırmızı noktalar
elimde,
gitmeden önce aldığın parmak arası terliklerim
üstüme üstüme gelen sıcaklar
sinek avındayım...
hayırlı avlanmalar...



gereksiz adam

ŞAŞKIN

Kedisini, köpeğini çocuğu zanneden insanoğluyla karşı karşıya dünya. Yakında insan doğurduğu için depresyona giren, bebeğine yabancılaşan kadınlarla karşılaşırsak şaşırmayalım...


gereksiz adam

5 Ağustos 2010

YORUMA KAPATILMIŞ CÜMLELER

Kelimeler anlamlarını yitirmiş,
yoruma kapatılmış cümleler...
Sokak başı bekçileri giriş çıkışları kontrol altına almış
İmgelere yasaklanmış sesler...

Manasız nümayişler kapatmış mısraları
Aşüb-gah bir hal almış dünya
Zorlama gidiş-gelişler gökyüzünü derin bir haba salmış.
Uyumsuz ve adanmış dizeler bir başına kalmış.

Kelimeler anlamlarını yitirmiş,
yoruma kapatılmış cümleler...


gereksiz adam

YENİ ANAYASA

anayasa değişikliği giresun' da fındık fiyatlarını arttıracak mı?
rize' de çay fiyatlarına yarayacak mı?
Antep baklavasında ki fıstık oranı artacak mı?
çiftçiyi kalkındıracak mı?
emekliye-memura zam yaptıracak mı?
atlatacak mı?
hoplatacak mı?
arılara bal yaptıracak mı?
düz duvara tırmandıracak mı?
!!!!!

Sonra benim psikolojik sorunlarım var,
dünya ile kavgam var,
hayatla münakaşam-münazaram-beyin fırtınam-konferansım var. Bunları çözecek mi?
beni hayatla barıştıracak mı?
!!!!!

e tabi mesai saatleri de önemli. sıkıldım sabah 8:00 akşam 17:00 mesaiden. Mesai öğleden sonra başlamak kaydıyla günde 3 saate inecek mi?
!!!!!
Yoksa bütün bunlar "yaş" mı?

Bunlar olmayacaksa benden de hayır...

(ironik bir söylemdir benimki tabi. kararlar ne olursa olsun, ciddi bir değişiklikte verilen kararın gerekçelerini bu kadar basite indirgemeyen yönetici-halk v.s. nin olduğu bir ülkeye kavuşmak dileğiyle)


gereksiz adam

3 Ağustos 2010

VE HUZURA GİDEN TRENLER YOK

Ellerinden daha beyazdı teni.
Kan kırmızısı gözleri ışıksız.
Umutsuz, sabahçı kahvesi aşığıydı.

Başka şehirlere yollamıştı huzurunu.
Beyaz elleriyle kafasını tutup,
alnından öperek uğurlamıştı.

Yeni şarkılar göndermişti yüzünü bilmediği karanlıklar şehrine.
Özenle seçti sözlerini, altını çizdi.
Çok kez dinledi, durdurdu baştan dinledi.
Üstünü çizdi, sildi...

Yeni şarkılarda kalabalık şehirler buldu
Yolcusunu aradı,
alnından öpüp gönderdiği yolcusunu;
Bulamadı...

Son şansıydı trenler..
Son durağı huzura çıkan trenler..
Çığlık çığlık,
pas kokulu trenler...

Ve garlar aynı sabahçı kahvesinin müdavimi
ve garlar yok
ve trenler suskun
ve huzur kayıp...


gereksiz adam

Birde Sessiz Sedasız Akıp Giden Zaman Koyuyor Adama

.........

Bir de sessiz sedasız akıp giden zaman koyuyor adama. Bir zamandan sonra anlıyor insan ''üç günlük dünya'' nın karşılık bulduğu çaresiz anlamı. Sıradan zamanlarda söylerken öyle yüzeyselleştiriyoruz ki, oturup aklı selim düşününce fark ediyoruz derinliğini. ''Ne yapsak da içini doldursak hayatın?'' sorusu bir türlü cevabını bulamayınca akılda, içinde bulunduğun yaşın, zamanın, gençliğin, onun bunun bir manası kalmıyor.

Yeni değil zamana takıntım biliyorum, sadece son zamanlarda biraz daha eziğim karşısında, biraz daha boş hissediyorum bakışlarımı. Bazı bazı yeni hayatlar yazıyorum kendime, şahidimsiniz. O hayatlarda baş role koyuyorum kendimi. Düşünüp huzur bulmaya çalışıyorum. çünkü bi ucundan tutsam huzurun, peşini bırakmayacağım biliyorum. Ama her seferinde bi bezginlik söylemiyle, hali, tavrıyla açıyorum gözlerimi aynı hayata.

Başka öncelikler arıyorum kendime, yaşıma-yaşadıklarıma uygun başka, önemli, mühim, dünyevi öncelikler ve kalabalıklara karışıyorum. Boş boş konuşup gülmeyi seçiyorum, uğraşıyorum, çabalıyorum. Bir zaman sonra, kısa bir zaman kendimi dinledikten sonra susuyorum.

Yok, burada da değil huzurun kapısı...

...................

İşte bir de sessiz sedasız akıp giden zaman koyuyor adama.



gereksiz adam

31 Temmuz 2010

BENİ ANLA DİYE

Konuştuğumuz harflerden başka harflerle çıktım yola
Yeni adresler buldum adını lekeleyecek
Geçmişini kurcaladıkça,
farklı ve nefessiz dünyalarda açtım gözümü.

Sonra senden gizli kişilikler oluşturdum.
yeni bir kimlik yazdım boş sayfalara
En afili resimlerle süsledim görüntümü
Kısayollar oluşturdum dünyama.
Ve yeni ziyaretçilerle doldurdum her yeri.

Yeni ve genç sevgililer çaldı kapımı,
İç çamaşırlarının renklerine hala alışamadığım...
Başıboş aşk söylemleri aynı sen
Ama anne şefkatine henüz bulaşmamış elleri.
yeni ve genç sevgililer.

Kirli ve farklı dillerdeki dünyanda yer aradım kendime.
Farklı saflardan göz göze bakabildiğimiz.
sadece beni anla diye,
aslımı karalara feda ettim.
ama anlatamadım...


gereksiz adam

(yeni takıntım; aşk mümkün müdür hala?)

29 Temmuz 2010

ANGUT

Bir kaç kelimenin yerini değiştirip, gerçek taleplerimi saklamakla geçiyor hayat. Yaşadığım toplumun kültürüne olan saygımdan iki yüzlü bir adam oldum çıktım sanki. Hangisi gerçek hangisi sahte karışıyor bazı bazı.

18 li yaşlarda, fiziksel ve psikolojik değişimle beraber ağır gelen hayat 30 lu yaşlardan sonra kolaylaşıyor ya bazılarına, işte o bazılarınadır gıcıklığım. Belki çekemediğimden belki de her şeyi unuttuklarını düşündüğümden... bana yaşadıkça ağır gelen hayat nasıl oluyor da bir başkası için kolaylaşıyor, hafifliyor anlamıyorum. Birileri farkında olmadan her şeyi çözdü de ben mi ortada ''angut'' gibi kaldım acaba (Biliyorsunuz angut kolayca avlanan bi hayvandır, benzetmem ondan).

Tamam, biliyorum;

zaman geçtikçe, yaşananlar değiştikçe kişilerin öncelikleri değişiyor. Değiştikçe hayatla mücadele şekli ve dayanma eşiği de değişiyor, olabilir. Ama ben değişen zaman, mekan, eşik, meşik hepsini alsam da cebime yine de duramıyorum dünyaya karşı şöyle ''kodum mu oturturum'' edasıyla.

Psikolojide bir yeri vardır elbet bununda, hatta zorlasam adını sanını bile açıklarım da bu neyi değiştirir, hiç. Şimdi siz değerli blogdaşlarımın yeni görevi, bu biçareye hayat karşısında ''kodu mu oturtan adam'' edası katmak için yol göstermektir. Fikir ve desteklerinizi bekliyorum...

Ben de Esra Ceyhan kadar pozitif ve sevgi dolu, Okan Bayülgen kadar her şeyi bilirim havasında, Beyaz kadar şakacı! v.s. olmak istiyorum bi zahmet...


gereksiz adam

28 Temmuz 2010

TWEET

Eskiden istediğim insanla istediğim ölçüde iletişim kurabildiğimi sanıyordum. Oysa bugün kimseyle gerçek bir iletişim kuramadığımı anladım.


gereksiz adam

25 Temmuz 2010

YENİ BİR ÖYKÜ

Boş sayfalarım olsa şimdi, yeni bir hayat yazıp çizeceğim.
Yanlış öyküleri çıkartıp atabilsem,
yeni ve doğru öyküler yazsam kendime ait.
Her şeye sıfırdan başlasam.
Yeni umutlar biriktirsem, yaşadıkça öykülerimi.
Yeni şarkılarım olsa, yeni ve mutlu...

Başka ülkeler kursam,
bizi bağrına basan başka ülkeler,
başka hayatlar.
Öyle ''lay lay lom'' bir öykü değil,
''lay lay lom'' bir ülke değil;
hüznüyle, acısıyla, aşklarıyla, ayrılıklarıyla olgunlaşmış
yaşanası bir öykü, bir ülke.

Yeni bir hayat yazsam,
olağan,
sıradan.
Hesabı kitabı olmayan,
zamandan bağımsız hatta zamansız,
sıkıldıkça yaşayabileceğim(iz) bir hayat yazsam.
Malsız, mülksüz, kavgasız, parasız pulsuz bir öykü yazsam...

Bugün yeni bir hayat yazsam kendime,
baş rolüne en değerlimi koyabileceğim.
Ben yardımcı rollere hazırım yeter ki huzur olsun,
biz olalım,
aslımız olsun...

Bugün yeni bir hayat yazsam yeni bir ülkede,
seninle aslımızı oynayabilir miyiz?


gereksiz adam

22 Temmuz 2010

OLUR GİBİ OLSA DA OLMAZ (GİBİ)

Uzaktan baktığında kendine kızan, durup düşündükçe kendini yiyen adamın çıkmaz sokaklarına hoşgelmişiz. Aklı başında insanlar kaldırım taşlarında bulabilir huzuru belki, ama...

Zaten "ama" ile başladıysanız cümleye sizlere kolay gele...

Durmadan değiştirelim çakıl taşlarını yolların, yeni hayatlar bulalım zift altı topraklarda. Ama ile başlayan cümlelerle barışalım, olmaz mı?

Yarın yeni bir gün, bugünden farkı olmayacağını bile bile, güle oynaya uyanalım, olmaz mı?

Uzaktan baktığında kendine kızan, durup düşündükçe kendini yiyen adamdan farkı yok kalabalıkların. Gelin "ama" ile başlayıp kaldırım taşlarında huzuru bulalım olmaz mı?

cevap veriyorum;

olur gibi olsa da olmaz (gibi)


gereksiz adam

20 Temmuz 2010

YUVARLAK

Bize göre değil yaşamak
sel gibi,
yıkıcı...

bize göre değil yaşamak
seks gibi,
anlık...

bize göre değil dünya
top gibi,
yuvarlak...


gereksiz adam

18 Temmuz 2010

OFFFF OFFF

Günlerden pazar. Sıradan zamanlarda dahi adamı geren, delirten bu ülvi gün,on küsür gün izin yapan bir adam için daha bir çekilmez oluyor. üstelik bu saatler...

Pazarın çekilmez akşamını nasıl eğlenceli kılarım diye düşünürken atv' de 20:00 da başlayacak olan filmin tanıtımıyla karşılaştım; Meteor Fırtınası. ''İşte'' gecemi biraz eğlenceli kılacak şey bu.

Bir gök taşı ile yok olmak üzere olan dünya, dünyayı kurtaracak ülke; Amerika, amerikalı kadın profesör ve aralarının bozuk olduğu,orduda görevli, cesur, herkesi kurtaran koca, Eşek kadar olmalarına karşın gök taşları ortalıkta gır dönerken kendilerini sokağa atıp babaı gibi cesur tavırlar sergileyen çocukları (bir kız bir erkek), Amerikan başkanı ve ondan tırsan ordu komutanı, ordu komutanının zenci sağ kolu. Şablon bu, bütün amerikan filmlerinde var olan, eğlenceye almayı beceremeyenler ve amerika' nın farkında olanlar için alabildiğine mide bulandırıcı, ben gibiler için eğlence kaynağı (yok yahu, benim de midem bulanıyor sanki).

Saat itibariyle filmi izlemeye başladım ve hatta bitmek üzere. Bitmedi fakat eminim amerika diğer bir deyişle usa(:)) dünyayı kurtaracak, karı-kocanın araları düzelecek ve uzuuuuunn bir öpüşme sırasında çocukalrının da bu sevgi ortamına katılmasıyla nihayete erecek film. Bize de kahraman amerika insanına olan hayranlık kalacak. Canlarım, sevgili usa lılar, seviyorum sizi...:)

Ha unutmadan, 3 yaşlarında ki Masal bebek bir gece altına kaçırdı ve ertesi gün arkadaşının kafasına tabak fırlattığı için bütün psikologlar, psikiyatrlar ve bilumum araştırmacılar seferber oldular. Evet, Türkiye' de bir dizide oldu bütün bunlar. Canlarım, ülkem insanını bu kadar yansıttığınız için sizleri de seviyorum...:)

amerika' nın a' sı büyük olmalıydı değil mi? Neyse Türkiye' de ki ''T'' herkese yeter, salla...

Yarın pazartesi olabilir, haftanın ilk günü de olabilir bence mükemmel bir gün olacak..:) amerika füze gönderiyor gök taşlarına, yetişmeliyim...

dur giderayak kendime şu şarkıyı armağan ediyorum; ''tıkla''


cem

16 Temmuz 2010

VEDA

Daha karpuz kesecektik yıllık iznim, nereye gidiyorsun.


cem/gereksiz adam/ne olduğunu bilmeyen adam/izinsiz adam/şuursuz/dengesiz/...

14 Temmuz 2010

Farkında mısın?

Farkında mısın?
Biz hiç yan yana fotoğraf çektiremedik. Bütün anlarımızı aklımıza kazıdık..
Hiç ağız dolusu öpüşemedik, geniş bir yatakta sevişemedik doyasıya.

Farkında mısın?
Biz yıldızları hiç seyretmedik sarmaş dolaş. Kayan yıldıza bakıp dilek tutmadık geleceğe dair. Hiç nişan yüzüğü takmadık, nikah tarihi almadık, çocuk hayalimiz de olmadı...

Farkında mısın?
Hep satır aralarına sakladık birbirimizi. Hep geceyi örttük üzerimize, birbirimizi göremedik.

Farkında mısın?
Biz hep karşıdan baktık birbirimize. Kimseye göstermeden bakışlarımızı...

Farkında mısın?
Biz hep eksiktik, birbirimizi tamamlayamadık..

(Eksik)


cem

TEŞHİS

Evet hastalığıma teşhis konuldu;

''İnsanlara güvenememek'' tam adı bu olsa gerek.

İnsan(ları) geçtim de ''sana ve bir kaç insana güvenmek'' gibi bir ihtiyaçla karşı karşıyayım. Çözemedikçe batıyorum, haberin ola...


cem

10 Temmuz 2010

AH MARY

Ah mary
yanaklarını öpmeye doyamadığım sevgili.
Sabah güneşim
gece gözlüm
yıldırım bakışlım.
Satır aralarına sakladım gerçek adını
Tenini örttüm geceme.
Gül kokulum...

Ah Mary
Gavur memleketlerine hasret sevgili
Gül benizlim,
hasretim;
Hırçın dalgalar sildi mi adımı?
Telefonlardan silindi mi numaram?
Unuttun mu?

Ah Mary
Yaylaların yaban çiçeği
Ne yapsam da doğsam gecene yine
Baldır bacak, leş kokan hayatlardan alsam etini.
Sahibi olduğun yere,
kırlara bıraksam seni.

Ah Mary
Şarkılarda duydum bugün sesini;
buğulu,
kırgın,
korkak sesini...
Nakaratına eşlik ettim,
duydun mu?

Ah mary
Ah umutsuz hayatımın umudu
gece gözlüm,
aşk şarkım,
Unuttun mu beni?


cem

9 Temmuz 2010

Sonu olmayan yazı...

SAĞDAN SAĞDAN

Pek duyarlı, çok çevreci, hayvan sever kamera önü* kahramanları;

Bi defolun gidin başımızdan...

*Kamera olmaz da blog olur, site olur, o olur, bu olur...


cem


7 Temmuz 2010

ŞEHİR-DÜŞMAN

İlk ne zamandı bir şehre düşmanlığım... Zamanı kestirmem güç şimdi. Her insanın geçtiği evrelerin birinde ben de yakalandım bu hastalığa. Seni, onu, bunu hatırlatan şehirlerin tabelaları, nüfusu, coğrafi özellikleri v.s. dahi psikolojik tahribat bırakmaya yetiyordu. Dedim ya ilki ne zamandı unuttum ama sonuncusu bundan bir kaç yıl önceydi. O dönemlerde çalan ''Ben sensiz İstanbul' a düşmanım'' şarkısında İstanbul yerine geçerli şehri yazıp avaz avaz söylüyordum, sövüyordum...

Kelimelerden alacaklı bir sağır gibi
İçimi döktüm bugün, yokluğunla konuştum
.......

Ne olur gel gel gel

Evet şimdi bu şarkı çalıyor. Tesadüf değil, içimden geldi, istedim, açtım, dinliyorum. Geçmişe bakıp, tebessüm edip, hüzünle de anmıyorum o zamanları. Yeni zamanlarım var, aynı kişilerin farklı şehirlere düşman ettiği yeni zamanlarım. Çıkış yolu aradığım, ''gitmeliyim'' dediğim, ama bir şey yapamadığım yeni zamanlar. Değişmeyen İstanbul yerine başka şehirler yazıp, avaz avaz söyleyip, sövdüğümdür...

Yıllık iznimin bir kısmını yeni şehir ve yeni hayat hayalleri, hayaller çıkmaza düştüğü zamanlarda gayri ihtiyari ağzımdan çıkan küfürler ve belden biraz daha aşağı inen ağrımla geçireceğim anlaşılan...

Karadeniz mi?

Muamma...


cem

4 Temmuz 2010

PAZARKÜSÜR

facebook dili, twitter dili, blogger dili....
garip dünyalar. Tanıdıklarımı tanımadığımı anlattı bana ya da tanıdıklarım da kendilerini tanımamışlar. Bunu da bana anlattı, tanıdıklarıma anlattı mı bilemiyorum...

Fenerbahçe' de şampiyon olamadı. Arjantin ve Brezilya elendi. ''Oysa Arjantin alır ulen'' diye ahkam kesiyordum, çok anlayanlardanmış gibi.

Sezen albüm yapmadı bu yıl, konser de vermedi ki görüp hasret giderelim. ''yürüyorum düş bahçelerinde'' ki 20 küsür şarkı da kesmedi beni. Sezen' den çakkıdı ya da lale devri ve hatta unutamam dinlemeyi hiç hayal etmemiştim. Pardon, Uslanmadım, Muhabbet Kuşları, Söz bitti v.s. de olmasaydı halimiz nice olurdu.

Yıllık iznimin bir kısmı olan oniki günü kullanmaya başlıyorum pazartesiden itibaren. Eski zamanlarda büyük mutluluk duyduğum bu zamanlar şimdi bi yalnızlığa itti beni. ''İznimi yarıda kesip işe mi başlasam?'' diye sorar oldum kendime. Düşün daha izin başlamadan.. Böyle başlayacak, iznin son günleri ''pöfff, yine izin bitti'' ruh hallerine gireceğimi gayet iyi biliyorum.

Sonra izin denince akla gelen tatil, tatil deyince akla gelen akdeniz sahilleri hiç çekmiyor beni. Hatta bu durum ''arabesk'' geliyor desem yeridir. Başka bir şeyler yapmalıyım, karadeniz' i gezmek olabilir mesela ama onu da canım çekmiyor, hem bir aydır araba kullanan biri olarak bu yolculuk ne kadar sağlıklı olur bilmiyorum. Otobüsler mi?

pöfffff....

Bel problemim ''yaşlanıyorsun lan'' diyor. Bel mi problem onu da çözmüş değilim. Aslında beni kaplıcalar paklar, en yakın kaplıcaya gidip tatilimi bu şekilde değerlendirmek en güzeli olur kanımca, kanınca, kanlarınca...

Her şeye şükrediyorum aslında ama düşünüp içimde havai fişekler patlattığım bir hayalim yok, kalmadı. Bu da beni manyaklaştırıyor. Bir işe gövdesiyle dalan, dalarken yüzünde güller açanları görünce kıskanmamak, imrenmemek mümkün olmuyor....

Neyse işte, pazar bugün. Tek tesellim pazartesi sendromum yok diyeceğim fakat cumadan üstüme üstüme gelen ''yalnızlık duygusu'' az daha beter bir hissiyat ne yazık. Üstelik insansızlıktan değil benimkisi, tabikisi, bu sefer fena foka bastımkisi... (çok kötü)

Sigara, kahve, Sezen, pazar... iyidir iyidir...


cem